Kelimelerin gücünü ve ifade etmenin önemini “Ben Ne Söylüyorum, Çocuğum Ne Duyuyor?” yazımda paylaşmıştım. (*)
Şimdi ise tersten bakmak ve çocuklarımızın söylediklerinin, biz anne-babalar tarafından nasıl anlaşıldığından bahsetmek istiyorum.
İletişim kavramını, en teknik tanımıyla bir kaynak ve bir alıcı arasındaki mesaj alışverişi olarak açıklayabiliriz. Bir ortamda birileriyle konuşurken, saniyeden daha kısa sürede bir iletişim ortamı oluşur. Nefes almak gibi bir şey yani. Ama arka planda oldukça karmaşık bir süreç var. Neden mi?
İletişim zor bir süreç
Öncelikle beni iletişime geçirecek bir uyaranın olması gerekiyor. Benim duyu organlarım aracılığıyla onu fark edebilmem, bilişsel kapasitem ölçüsünde anlayabilmem, geçmişten getirdiklerimle oluşmuş algı dünyamda anlamlandırabilmem, dilsel yeteneklerim doğrultusunda ifade edebilmem gerekiyor. İfade ederken içinde bulunduğum duygu durumu da ifade edişimi etkiliyor. Bir de karşı taraf var yani alıcı. Aynı süreç alıcı tarafında da işliyor ve mesajım karşı bir mesajla, bana geri dönüyor.
Böyle bakınca doğru bir iletişimin hiç kolay olmadığını anlayabiliriz. Üstelik durum çocuklarda daha zor. Çünkü çocukların verdiği kodlar, her zaman mesajın kendisi olmuyor. Yani gerçekte söylemek istediklerini söylemiyorlar. Ebeveyni olarak bizim bu kodları çözmemiz gerekiyor. Evet maalesef adil olmayan bir ilişki. Ancak hepimiz bu yollardan geçtik çünkü bu insan gelişiminin bir parçası.
Bilişsel kapasite geliştikçe dil gelişir
Özellikle 12 yaşa kadar olan süreçte çocuklar soyut ve somut kavramları ayrıştıramıyorlar. Mecazi anlamlar, kinayeler, kelime oyunları, gerçek yalanlar, hipotetik düşünme (olasılıkları düşünme) gibi konularda yetenekli değiller. Çünkü dil gelişimi bilişsel bir süreç. Ve büyüyüp bilişsel kapasitemiz geliştikçe, dil becerimiz de artıyor ve kendimizi daha iyi ifade eder hale geliyoruz.
Tüm bu nedenlerden ötürü, çocuğumuz bir şey der, biz başka bir şey anlarız. Ve genelde hoşumuza gitmeyen durumların kendimizle ilgili olduğunu varsayarız. Çünkü çocuğumuz gerçek nedeni ilk etapta söylemez/söyleyemez. Bunu bilmez ve konuyu sahiplenip, üstümüze alırsak, iletişim süreci de gerçek yolundan sapar ve bambaşka bir noktaya gider.
“Gerçek neden”i anlamak bizim işimiz
Örneğin, küçük kızınız okula gitmemek için bin bir taklalar atıyor, ağlıyor, bağırıyor ya da “okul çok kötü”, “okuldan korkuyorum” gibi şeyler söylüyor olabilir. Ve siz de buna anlam veremiyor hatta sinirlenip, şımarıklıktan yapıyor sanabilirsiniz. Oysa ki bazen anneye olan özlem, anneyle olan vaktin kısıtlı olması, bu kısıtlı zamanda yeterince birlikte vakit geçirememek veya okulda arkadaşıyla yaşadığı bir sorun olabilir gerçek neden. Ve çocuğunuz size gelip: “Anne ben gün içinde seni çok özlüyorum, sana hiç doyamıyorum, okula gitmezsem seni daha çok görebilirim diye düşünüyorum. Okulla bir sorunum yok aslında” demez.
Ya da “Anne/baba okulda bir çocuk var. Sürekli beni rahatsız ediyor. Arkadaşlarımın yanında benimle alay ediyor. Kendimi çok kötü hissediyorum. Onunla başa çıkamadığım için de okula gitmekten kaçıyorum” demez. Tüm bu gerçek nedenleri anlamak bizim işimizdir. Bir nevi müneccimlik.
Dinlemek iletişimin olmazsa olmazı
Peki bu gerçek nedeni anlamayı nasıl yapacağız? Tabii ki çocuğumuzu dinleyerek! Dinlemenin öneminden daha önce de bahsetmiştim. Dinlemek iletişimin yarısıdır. Dinlediğimiz zaman, buz dağının altını görebiliriz. Dinlediğimiz zaman çocuğumuzu yönlendirmeden, kendi sorununu bulmasını ve ifade edebilmesini teşvik ederiz. Dinlediğimiz zaman anlarız. Anladığımız zaman kabul ederiz. Kabul ettiğimiz zaman, kızmayız, küçümsemeyiz, yargılamayız, yok saymayız.
Biz ne kadar çocuklarımızı dinlersek, onlar da kendilerini açmaya ve bizden gelen mesajları almaya o kadar meyilli olurlar.